
GÖRÜCÜ GİTMEK (Dünürlük Etmek):
Evlenmek veya evlendirmek deyimleri yöremizde, bekar olan kimselerin(erkek veya kadın)karşı cinsten birisiyle hayatlarını ölünceye kadar birleştirmesi anlamında kullanılmaktadır. Burada “ev” kelimesi “eş” anlamında kullanılmakta ve “evlendirme”, “eşlendirme” olarak anlaşılmaktadır. Bir ailenin bekar oğlunu ya da kızını evermesi, eskiden bir dert olarak yani zor bir iş olarak değerlendirilirdi. “Kimin kızını alalım? Ele avuca sığabilen, huyu huyumuza, suyu suyumuza uygun bir kızı nereden bulalım”gibi endişeli ümitlerle bekar oğlan anaları, işi gücü bırakıp, o düğün senin, bu düğün benim, bekar oğulları için düğün düğün, kendilerine uygun olan bir gelin adayı kızı ararlardı. Kızı beğendi mi, bir de hamamda görmek isterlerdi. Akça pakça, kusursuz güzel olması gerekirdi. En önemlisi de, ailenin soyu sopu belli, ahlaklı bir ailenin kızı ile evermek, şanlı şerefli bir düğün yapmak oğlan analarının en başta gelen isteği ve arzusuydu. Bu gelenek dışında, başka sebeplerle, ananın, babanın rızası dışında everilmek yöremizde uygun görülmezdi. Everilme çağına gelmiş kız ve ergen oğlanda aranan şartlar, birbirine denk ve uygun olmaları, kurulacak yuvanın sağlam temeller üzerine oturtulmasıydı. Her iki tarafın da istediği şeyler; insan fıtratına yakışan vasıflara sahip olmalarıydı. Özellikle gelin olacak kızda şu vasıflar aranırdı: Her şeyin üstünde iffetli olması ve Cidağı (yani dik kafalı, inatçı) olmamasıydı. Bir başka aranılan özellik; gelin adayının çemkürgen (her şeye karşı çıkan, olur olmaz şeyleri konuşan), olmamak, sırtarıcı olmamak), evcimen olmak (eli işe yatkın, becerikli) olmak. Eli uzun ve sakar olmamak, dedikoducu ve gıybet sahibi olmaması, kayınbabasına ve kaynanasına saygılı olması gibi özelliklerdi. Dile, ele, hele sağlamlık iffet ve namus ölçüsü olarak kullanılmıştır. Diline, beline sağlam olmayanın insanlık ölçüleri zayıftır, güvenilir olmaktan uzaktır. Saygılı bir gelinin ölçütü, yapmış olduğu hizmetleri gönül isteği ve seve seve yapmasıydı.
Evlenecek erkekte aranılan vasıfların en başında onun aklı başında ve oturaklı, baba malına güvenmeyen, hazıra konmayan kazancının kıymetini bilen, içkisiz, kumarsız, zinadan uzak duran, evinin yolunu bilen, evini ve kendini geçindirebilen bir sanat veya işe sahip olan, sanatının kıymetini bilen ve onu hor görmeyen, ehli kamil, ahlaklı, merhametli, tutuğunu koparan birisi olmaktır. Bu vasıflardan herhangi biri bulunmadığı takdirde, oğlan anası hiçbir kapıya oturamaz, hiçbir kız ailesi de ona kız vermezlerdi. “Bizim, oğlunuza verecek kızımız yoktur. Allah kısmetini başka kapıdan versin diye geri çevrilirdi. Görülüyor ki, kızda ve erkekte aranılan vasıflar, soyluluk gösteren toplumsal ve şifahi bir töreye bağlıdır. Eski düğünlerin hareketli çağlarında, kız alıp vermek, tümü ile ebeveyne (aile büyüklerine) aitti. Özellikle kız evladın ne düşündüğü, isteği, reyi hemen hemen söz konusu değildi. Anaya babaya karşı daima saygılı olur, rıza gösterilirdi. Kadere razı olurdu. Eskinin aile terbiyesi ve görgüsü buydu. Dini inanç ve geleneklerin güzel ve insancıl olanları yanında, insan haklarını kısıtlayan, özellikle kadın hayatını etkileyen töre ve törenlerin, alışkanlıkların, toplumda ve ailede çoğu zaman derin yaralar açtığı da olmuştur. Bu olumsuz etkileri, hayatın her safhasında, hukukta, mirasta en büyük hak erkek evladındır. Erkek evlat, eski aile yapımızda öz, kız (sanki) üvey evlat sayılırdı. Örneğin erkek çocuklar okullara gönderilirken, kız çocukları gönderilmezlerdi. Bugün bile bu düşünceyi yaşatan aileler vardır. Erkek çocuğun dünyaya gelmesi, aileye bir şenlik bir mutluluk havası getirir, doğum töreni bile başka olurdu.
Artık günümüze erkek ve kız evlat arasındaki bu farklı davranma veya düşünme alışkanlıkları büyük ölçüde kalkmış durumdadır. Yöremizde evlenme yaşları kızlarda 17, erkeklerde ise 15’dir. Bu belirlenmeler kesin değildir. Daha aşağı ve yukarıda olabilmektedir. Evlenmelerde kız ve erkekler arasında anlaşmak, uyum sağlayabilmek son yıllarda gelenek haline gelmiştir. Yani eskinin “Kızı kendi isteğine bırakırsan ya davulcuya varır ya da zurnacıya” anlayışı tamamen yıkılmıştır. Bu nedenledir ki genç kızların yıllar önce halaylarda söyledikleri:
“Fasulye fasıl olur
Yemesi nasıl olur
Ver baba sevdiğime
Gör geçim nasıl olur.”
Sızlanmaları artık eskilerde kalmıştır. Artık genç kız bir delikanlıyla anlaşmışsa; kız babası “damadının davulcu ya da zurnacı” olup olmadığına bakmazsın kızını verebilmektedir. Genç kızlar ve delikanlılar çeşme başlarında, çapa tarlalarında, düğünlerde, birbirlerini iyice tanıyarak anlaşabileceklerine inandıkları zaman delikanlı durumu annesine dolaylı yollarla anlatır. Zaten oğlunun davranışlarını yakından izleyen anne bu anlatıştan gerekli sonuçları rahatlıkla çıkarıp babaya aktarır. Anne, baba ailenin diğer büyükleri alacakları kızın terbiye, görgü ve hizmet yeteneklerini uzun uzun aralarında tartışırlar.
Yöremizde yetişkin oğlu olan anne ve baba bilhassa da eğer çocuğu askere de gidip gelmiş ise, onunla artık evlenecek çağı gelmiş olduğunu düşünerek yetişkin olan oğlanın anne ve babası çocukları için uygun bir kız aramaya başlarlar. Bu arada kendi akrabaların da münasip bir kız arayarak kendilerine haber iletmesini söylerlerdi. Böylece aranılan ve kendi ailelerine adet, gelenek ve göreneklerine uyabilecek ve kendileriyle uyum sağlayacağına inandıkları bir kıza önce onu görmek amacıyla görücü gidilir. Tabii ki, evlenecek olan oğlana da haber verirler. Eğer oğlan kızı görmüş ve beğenmiş ise, o zaman annesine ve ablasına ya da yengesine kızı beğendiğini söyleyerek anne ve babasının dünür gidebileceklerini söyler. Bunun üzerine oğlanın annesi kendi yakın akrabasından çok iyi konuştuğu bir kadınla veya yanında götürdüğü kızı veya geliniyle kız evine giderek o arada, kızın tutumunu ve annesinin durumunu ve ailesinin durumunu öğrenir. Böylece kendine göre araştırmasını tamamlamış olur. Kızın ailesinin ve kızın durumunu öğrenince durumu ima yoluyla kızın annesine açmaya çalışır. Burada muhatap kızın annesiyle oğlanın annesidir.
Kız kendi düşüncelerine uygun ise ağız yoklamak için kız evine zaman zaman ziyaretler düzenlenir. Kız babasının kızını vermeye taraftar olup olmadığı araştırılır. Kız babası ilk defalar bu ziyaretler sırasında “Benim kızım daha çocuk”, “Hele kardeşi askere gitsin gelsin” gibi sözlerle kendini biraz naza çeker. Hemen “evet” diyemez. Ancak oğlan tarafı işin peşini bırakmaz. Aile büyüklerini, hatırı sayılır kişileri, kız tarafına göndererek kız babasını razı etmeye çalışır. Kız tarafının tavırlarında bir yumuşama olursa oğlan tarafı eskiden; “Falanca gün heybeyle geleceğiz” diye duyuruda bulunurdu. O gün geldiğinde oğlan tarafı, bir heybenin içine çay, şeker, sigara yemeni, çörek/kete gibi şeyleri koyarak akşam kız evine giderdi. Bu ziyaret sırasında havadan sudan şeyler konuşularak, çay içilirdi. Hoş-beş edildikten sonra ilk sözü açacak kadın ev sahibine (kızın annesine) yönelerek “Bize niye geldiniz diye sormayacak mısınız?” der. Bunun üzerine ev sahibi (kızın annesin) “O da ne demek? Misafire niye geldiniz denilir mi? Diye cevap verir. Eğer uygun görülürse oğlan tarafına evet olacak bir haber gönderilir. Eğer kız tarafı kızını vermeye niyetli değilse oğlan tarafının heybesini içindekilerle birlikte ertesi gün geri gönderir yok eğer verme taraftarı ise heybeyi geri göndermez. Birinci heybede olumlu sonuç alan oğlan ikinci defa heybeyle gider. Bu heybede de pişirilmiş tavuk, çay, şeker, yemeni, çorap, sigara gibi şeyler götürülür. İkinci heybeye oğlan tarafı ve kız tarafı kendi akrabalarını, yakınlarını ve aile büyüklerini davet ederler. Davetliler kız evinde toplanırlar.
Kaynakça:
http://sivasmarket.com/forum/showthread.php?t=21026